- Katılım
- 13 Eylül 2025
- Mesajlar
- 731
- Puanı
- 18
- Yaş
- 47
- Konum
- istanbul
- Eğitim
- universite
- İlgi Alanı
- webtasarım,xenforo,vbullettin,ircd,nodejs bot
- Cinsiyet
- Erkek
- Takım
-
- Medeni
- Bekar
Spor, dışarıdan bakıldığında kazanılan kupalar, kırılan rekorlar ve alkışlarla örülü parlak bir hikâye gibi görünür. Fakat her zaferin perdesinin arkasında, görünmeyen bir direncin ince çizgisi vardır: Pes etmeme iradesi.
Bir sporcuyu sahada tutan da, antrenman bitmesine rağmen salonda bırakan da, elinin titrediği o son serbest atışı potaya gönderen de aynı gizli bağdır: Vazgeçmeme içgüdüsü.
Pes etmek, sporcuların sözlüğünde sadece bir kavram olarak bulunur; karşılığı yoktur.
Bir sporcunun “pes ettiği” an genellikle dışarıdan şöyle görülür:
Dizler kırılmış, nefes kesilmiş, skor tabelası aleyhe dönmüş… Tribünler susmuş, umut ince bir kumaş gibi yırtılmıştır. İşte o noktada herkesin aklına aynı soru gelir: “Devam edebilir mi?”
Sporcu için durum daha farklıdır. O, zihnindeki limitleri çoktan kaç kez aşmış olduğunu bilir. Sınır, başkalarının baktığı yerde değil; kendi iç odasında başlar. Ve o oda, her yenilgiden sonra bir kez daha inşa edilir.
Pes etmeyen sporcu, aslında kusursuzluğu aramaz. Çünkü bilir ki kusursuzluk, sporun en kırılgan masalıdır.
Onu diri tutan şey; dönüşümün kendisidir.
Antrenmandaki bir saniyelik gelişme…
Yarışta bir adım daha öne geçme…
Derin bir nefeste toparlanan özgüven…
Bunların her biri, “bitti” denilen yerde yeniden başlayan mikro bir devrimdir.
Sporcu bazen yenilir. Ayağı kayar, darbe alır, hata yapar. Ama yenilgi, mücadeleden vazgeçmenin diğer adı değildir. Yenilgi, sporcu için yalnızca haritanın kıvrılan yeni bir yolu gibidir. Hangi dönüşten ilerlemesi gerektiğini gösterir.
Pes etmemenin özünde işte bu vardır:
Sporcunun kaybetme ihtimalini kabul etmesi, fakat denemekten asla vazgeçmemesi.
Sporcu gerçekten ne zaman pes eder?
Belki de en doğru cevap şudur:
Bir sporcu, yalnızca tutkusu bitmişse pes eder.
Ama tutku dediğimiz şey, kolay kolay solan bir ateş değildir. Yetmiyorsa kıvılcımı, bunu yeniden harlayacak bir an mutlaka bulunur:
Tribünde duyduğu bir ses…
İdmanda yakaladığı bir ritim…
Geçmişteki bir başarıyı hatırlatan kısacık bir saniye…
Bir sporcuyu sahada tutan da, antrenman bitmesine rağmen salonda bırakan da, elinin titrediği o son serbest atışı potaya gönderen de aynı gizli bağdır: Vazgeçmeme içgüdüsü.
Pes etmek, sporcuların sözlüğünde sadece bir kavram olarak bulunur; karşılığı yoktur.
Bir sporcunun “pes ettiği” an genellikle dışarıdan şöyle görülür:
Dizler kırılmış, nefes kesilmiş, skor tabelası aleyhe dönmüş… Tribünler susmuş, umut ince bir kumaş gibi yırtılmıştır. İşte o noktada herkesin aklına aynı soru gelir: “Devam edebilir mi?”
Sporcu için durum daha farklıdır. O, zihnindeki limitleri çoktan kaç kez aşmış olduğunu bilir. Sınır, başkalarının baktığı yerde değil; kendi iç odasında başlar. Ve o oda, her yenilgiden sonra bir kez daha inşa edilir.
Pes etmeyen sporcu, aslında kusursuzluğu aramaz. Çünkü bilir ki kusursuzluk, sporun en kırılgan masalıdır.
Onu diri tutan şey; dönüşümün kendisidir.
Antrenmandaki bir saniyelik gelişme…
Yarışta bir adım daha öne geçme…
Derin bir nefeste toparlanan özgüven…
Bunların her biri, “bitti” denilen yerde yeniden başlayan mikro bir devrimdir.
Sporcu bazen yenilir. Ayağı kayar, darbe alır, hata yapar. Ama yenilgi, mücadeleden vazgeçmenin diğer adı değildir. Yenilgi, sporcu için yalnızca haritanın kıvrılan yeni bir yolu gibidir. Hangi dönüşten ilerlemesi gerektiğini gösterir.
Pes etmemenin özünde işte bu vardır:
Sporcunun kaybetme ihtimalini kabul etmesi, fakat denemekten asla vazgeçmemesi.
Sporcu gerçekten ne zaman pes eder?
Belki de en doğru cevap şudur:
Bir sporcu, yalnızca tutkusu bitmişse pes eder.
Ama tutku dediğimiz şey, kolay kolay solan bir ateş değildir. Yetmiyorsa kıvılcımı, bunu yeniden harlayacak bir an mutlaka bulunur:
Tribünde duyduğu bir ses…
İdmanda yakaladığı bir ritim…
Geçmişteki bir başarıyı hatırlatan kısacık bir saniye…
